Nisan ayı deyince, ister istemez yüreğimize serpilen ‘bahar coşkusu’ndan nasibini almayanımız yoktur umarım. Hele de içimizden birinin, Gülperi Teyzemizin o eşsiz yaşama sevincine tanık oldukça...

Merhaba kadınlar...

Gülperi, pek çoğumuzun aşina olduğu, hayatın bin bir zorluğuyla savaşarak bugünlere gelmiş, yetmişli yaşlarda yiğit bir kadın. “Yiğit” dediysem, erkeklere mal edilmiş bu tabiri, layıkıyla kadın kimliğine yakıştırmış, örnek insan.

Servis kapısından içeri girerken attığı adımlar, tanışma faslındaki bakışlar, yüzündeki çizgilerin vücut diline kattığı o asil anlam; daha yakınlaşmadan, bizde uyandırdığı saygıyı ifade etmeye yetmez sanırım. O yüzden sıvadık kolları ve daldık Gülperi Teyze’nin hayat hikayesine...

Bin dokuz yüz kırklı yıllarda, Anadolu’nun ücra bir köyünde dünyaya gelmiş Gülperi. Dört kardeşlermiş ilkin. “Boğma hastalığı vardır. Bilirsiniz doktor hanım. Kıran girdi evimize. Aldı kardeşlerimi sıraynan. Kaldık iki bacı.” Daha sonraları, Gülperi henüz üç dört yaşlarındayken, çiftçilikle uğraşan babası, tarlada geçirdiği feci bir kaza sonucu yatağa mahkum olur. İki küçük kızı ve hasta kocasıyla baş başa kalan annesi ise, verdiği “kadın mücadelesi” ile Gülperi’nin hayatı boyunca, “sarsılmaz idolü” olmuştur aslında.

Bu olaydan sonra, Gülperi’nin başka bir köyde yaşayan tek amcası, tüm aileyi kendi yanına getirtmiştir. Yaklaşık yedi yıl yaşarlar amcalarının evinde. Gülperi’nin önce babası, sonra da amcası, aynı yıl içinde peş peşe vefat eder. Yakın akraba çevresinde, başka yetişkin erkek olmadığından, köylüler tüm mallara hoyratça el koyar. Ailenin varı yoğu talan edilir. Köy, savaş alanı gibidir.

Zaman ilerleyip sohbetimiz derinleştikçe, Gülperi Teyze iştahla devam ediyor sözlerine. Kızgın bir ifade kaplıyor yüzünü. “Mala göz koyan, ara nasıl göz koymaz?” lafının sonunu getirmeden, net bir sesle, içmek için su istiyor.

‘MÜNASİP BİR EŞ’ TELAŞI
Geçim derdine eklenen ağır toplum baskısı ve tüm bunlara küçük yaşta şahit olmak, Gülperi’ye “mücadelenin” kapılarını çoktan aralamış, yaşama bakışının temel taşlarını dizmiştir bile... Baskı ve zorlamalara daha fazla dayanamayan anne ve iki kızına, başka bir köyün yolu görünür. Uzaktan akraba olan, yaşlı bir amcadan haber gelmiştir çünkü. Zamanın getirdikleriyle, götürdükleriyle, sessiz sözsüz anlaşma yapmak zorunda kalınır ya hani... İşte böyle bir anlaşmayla, yaşlı amca ve karısı, onlara bakacak, evi çekip çevirecek bir kadına, onlar da sığınacak bir kapıya kavuşmuştur işte.

Gülperi’nin annesinin üstlendiği analık, babalık, bakıcılık, ırgatlık gibi bin bir türlü rol, zaman içinde, “dul kadın” rolünün önüne geçememiştir bir türlü. Her şeye rağmen, kızlarıyla birlikte hayata tutunma mücadelesini bir an olsun bırakmamıştır yine de. Ancak bu kez, öz kız kardeşinin eşi kendisine göz dikmiş, “Çocuklarını bırak gel” diyecek kadar da küstahlaşmıştır üstelik. Evlatlarını bırakmayı bir an olsun aklına getirmemiş genç kadın, bu ahlaksız teklifi şiddetle geri çevirir. Durumu öğrenen yaşlı amca ve hanımı, Gülperi’nin annesine münasip bir eş bulma telaşına düşer. Onu, çocuklarından ayrılmaması koşuluyla da evlendirirler nihayet.

Müstakbel aile büyükleri, şaibeli bir şekilde, evin kapılarını yüzlerine kapatarak, yeni aile fertlerinin hiç birini kabul etmezler. Bilmem kaçıncı köye sürüklenen iki kız bir ana, bu kez yanlarında üvey babayla, vardıkları yerde korkunç bir fakirlikle karşılaşırlar. Öyle ki ekinlerin olmasına kadar ekmek bulunamamış, ot toplayarak beslenmek zorunda kalınmıştır. Devlete vergi olarak verilen üçte bir buğdaydan geri kalanı ise ekmek yapılıp tüm yıl “idare” edilmektedir. Neyse ki üvey baba “başları”ndadır ve bu durum, çevre baskısını bir nebze de olsa hafifletmektedir. Ertesi yıl, aile büyüklerinin insafa gelmesi ile kovuldukları kapı kendilerine yeniden açılır.

ÜVEY AMCAYLA İMAM NİKAHI
Yeni evlerinde başladıkları hayata, Gülperi de annesi ve kız kardeşi de hiç bırakmadıkları umudu yeşertme azmiyle adım atarlar. Evin büyükleri olsun, akraba çevresi olsun, genç kadın ve kızlarını olmadık sebeplerle hırpalamaktadırlar. Yaşanmış onca çileye eklenen erkek şiddeti altında zaman ilerlemiş, Gülperi büyüyüp serpilmiştir. Tahmin edildiği gibi, gözler bu kez Gülperi’nin üstündedir artık. Güzel, akıllı, çalışkan bir “çocuk gelin” adayı GÜLPERİ... Damat adayı ise gecikmemiştir elbet. Gülperi’nin üvey amcası. Evet, tüm kadınların nefesini kursağında bırakmaya yetecek kadar tüyler ürperten bu vehametin kurbanıdır Gülperi.

Alelacele kıyılan imam nikahı ile başlatılan evlilikte, küçük kızın tek tesellisi, annesinin dizinin dibinde olmak, kardeşinden ayrılmamak olmuş. Gülperi’nin eşi, oldukça kıskanç bir erkekmiş. Dönemin tüm geri kalmışlığı, insanların hoşgörüden uzak tutumu, baskı ve şiddet altında geçen tam yedi yıl boyunca çocuk doğuramamış Gülperi. Gün be gün bedel ödenerek, çocuksuz geçen yedi yıl... “O günlerde çocuğum tabi” derken, oturduğu yerde suyunu yudumluyor, gözleriyle bir film şeridini takip ediyor adeta.

Daha sonra, beşi kız, beşi erkek tam on çocuk dünyaya getirdiğini anlatıyor Gülperi. Çocuklarını tanıtırken, bakışlarının yıldız yıldız parladığını fark ediyorum. En küçük oğlu, daha kundaktayken eşini kaybeder Gülperi. Tıpkı bir zamanlar annesi gibi o da genç bir dul kadındır artık. Hem de on çocukla... Annesiyle bilek bileğe verir, bir daha evlenmeden çocuklarını büyütmeyi başarır Gülperi.

KÖY KAHVEHANESİNE GİDEBİLEN TEK KADIN
Yaşlılık ve sonrası yaşadığı şikayetlerden bahsediyor bize. Çocuklarının akıbeti ise kendisi için gurur kaynağı. Elini hiç bırakmayan kızıyla devam ediyoruz sohbete. Geçirdiği “inme” tablosu, sonrası felçli hali... Lafın burasında kesiyoruz sohbeti. Gülperi Hanım, hastalığından bahsedilmesinden hiç hoşlanmazmış. Onu aciz kılacak hiçbir sohbete dahil olmaz, başını eğmez, eğdirmezmiş. Köy kahvehanesine gelip gidebilen tek kadınmış mesela. Yüzüne dik konuşabilen erkek de yokmuş oralarda.

Kızı, tüm bunları gururla anlatırken, yavaşça odadan çıkıyor Gülperi. Genç kadın, sesini iyice kısarak devam ediyor anlatmaya. “Yatağa bağlıdır, altına sürgü verelim dedik. Elinin tersiyle itekledi bizi Meltem Hanım. Kaldırın beni lavaboya gideceğim diye bağırdı. Yaptı da.” Oraların mistik ögelerinden biridir kutsal çeşmeler. Gülperi emreder, götürülür “Hızır Çeşmesi”ne. Sonrasında ise yürümeye başlamıştır anlatıldığına göre...

Koridorun taa diğer ucundadır Gülperi. Aheste bir edayla dönüveriyor bize. Duyduğum en samimi cümleyi savuruyor yüzüme. “Namınızı duyduk geldik, alalım şifamızı.” Aynı samimiyetle sesleniyoruz kendisine...

SENİN ŞİFAN DİRENCİNDE!.. 

İlgili haberler
Gülbeyaz

“Engin bir tarlanın yanı başındayız şimdi... İçimden haykırmak geliyor kendisine; Bak işte, hepimiz...

Kudret

“Yol aldığı bataklıktan, omzunu yalandan saran şalını çıkarıp, atıp, sımsıkı sarıldığı kızıyla, demi...

Helin

Valizlerini, çocuklarını topladığı gibi çıkar yola. Biri karnında ikisi yanında kızları ve artık ces...

Zeliha

Zeliha’nın babası ‘Sarıkamış şehidi’ olmuş. Kıtlık günleri başlamış sonra. Hele de annesi hastalanıp...

Gevri Nine

Yayla yolunda, at sırtında, belinde silahı kadınların önündedir yeri. Köy meydanında, alınan her kar...

Onun adı hepimiz

Bardaklarımızda bekleyen yarım kalan çaylar, etraftaki her şey gibi sessiz, mahzun dinliyor Gülsüm’ü...