Bizi kim öldürüyor?
Zorbalığın yüceltilmesi ve adalet mefhumunun yerle yeksan edilmesi ile semiren bu şiddet sarmalı herkesin hayatını küçücük bir sebeple ‘harcanabilir’ hale getiriyor, değersizleştiriyor.

Müzisyen Onur Şener, çalıştığı mekândan çıkışta 3 kişi tarafından “istedikleri parçayı söylemediği için” korkunç bir biçimde öldürüldü. Katillerden ikisi Çalışma Bakanlığında iş müfettişi, diğeri bir kamu şirketinde mühendis.

Aynı gün, 3 kadın cinayetinin birinin faili olan eski Alperen Ocakları Genel Başkanı, Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığında çalışan Hakim Serkan Tüzün, eşini öldürdükten sonra intihar etti. Serkan Tüzün tarafından katledilen İlksen Tüzün’ün annesi; “İçip içip çocuğumu dövüyordu, tedavi ol dedim olmadı, kimse durdurmadı onu” diye isyan etti. Bu isyan yükselirken Hakimler Savcılar Kurulu katil hakim için taziye mesajı yayımlandı. Katilleri koruyup kollamanın sembolik görünümü olan bu mesaj; aynı gün işlenen bir başka suçun nasıl göz göre göre yaşanabildiğini de anlatıyordu. Ordu’da dini nikahla yaşadığı kadını öldürmekten aranan fail, resmi evli olduğu kadını bıçaklayarak ağır yaralamıştı... Başka bir kadını öldüren… Aranan…

Bir diğer tarafta İzmir’de boşanma aşamasındaki eşi tarafından başından vurularak katledilen Ezgi Zerkin’in annesinin çığlığı yükseliyordu; Ezgi’yi öldüren Deniz Özarslan tam 65 gündür bulunamıyor; “Kızımın katili Deniz Özarslan nerede? Katili kimler saklıyor?” diyordu Ziynet Zerkin. Adaletin sağlanmasından sorumlu olanların katiller için taziye mesajı yayımladığı düzende esaslı bir soru…

Şiddet, her geçen gün vahşileşirken şiddetin sistematik bir biçimde hedefi de genişliyor. Ayrılmak istediği için kadınları, sokakta hayvanları beslediği için komşusunu, istediğini yapmadı diye doktoru, müvekkilini savunduğu için avukatı, kopyaya izin vermediği için akademisyeni, istek parçayı söylemedi diye müzisyeni, “küpe taktığı için” genç bir erkeği, ana dilinde konuştuğu için Kürt’ü, “tipinden hazzetmediği için” transı, çok ağladığı için çocuğu öldürenler hep aynı yerden besleniyor. Sanatı ve sanatçıyı itibarsızlaştıranlarla sağlık emekçilerini hedefe koyanlar, kadınları “keyfince” öldürme hakkını tahsis edenlerle gençlere tek tip olmayı dayatanlar, LGBTİ’leri nefret nesnesi haline getirip “insan olmaktan” çıkarırken, insani herhangi bir şeyi “kendi için makbul olmadığı” gerekçesiyle yok etmeye çalışanlar aynı kaynaktan besleniyor.

Vahşice işlenen her cinayet toplumda önce büyük bir infial yaratıyor, ama vahşilik dozu arttıkça gündelik hale gelen çoğu şiddet biçimi de aynı oranda görünmezleşiyor. Kanıksatılıyor. Günlük hayatın her veçhesine sirayet eden şiddet normalleşirken vahşet dozu yüksek şiddet biçimleri ise “psikopatlık, sadistlik, canilikle” açıklanmaya çalışılıyor. Değil! Bunlar münferit değil, psikopatlık değil, canilik değil. Bunlar sistematik şiddetin güncel sıradan bir görünümü. Her gün en çok kadınlar üzerinde talim edilen, giderek genişleyen biçimde her kesim üzerinde sınanarak semiren örgütlü bir şiddet sarmalının görünümleri…

Zorbalığın yüceltilmesi ve adalet mefhumunun yerle yeksan edilmesi ile semiren bu şiddet sarmalı herkesin hayatını küçücük bir sebeple “harcanabilir” hale getiriyor, değersizleştiriyor.

Hepimizi her an “hayatta kalma savaşı veriyormuş” gibi hissettiren bu cinayet düzeni, korku, tedirginlik, mutsuzluk, huzursuzluk, kaygı sarmalının yarattığı sinme, bastırılma duygusuyla inşa etmek istiyor “toplumsallığı.” Bu şiddet ortamı “toplum olma” vasfını ortadan kaldırırken “Bizden başka bir alternatif yok” diyenlerin vahşi düzenekleriyle çerçeveleniyor. Şiddetin serbestleştirilmesi böylesi bir düzenin kurucu unsuru, bu düzen için zorunlu ve bu düzene içsel.

Müzisyen Onur Şener’in öldürülmesinin ardından yükselen tepkilerin bu şiddet ve nefret düzenine yönelmesi de bir birikimin sonucu. Birimizin uğradığı şiddetle, diğerimizin karşı karşıya kaldığı nefret, birimizin hayatına kastedilmesiyle, diğerimizin her an tetikte yaşamak zorunda kalması arasındaki bağların daha açık hale gelmesinin göstergesi...

Bu yazıyı bir çağrıyla bitirmek istiyorum. Şiddet faillerini dizginsiz bırakanlar, bizi topyekûn şiddet sarmalına itenler; şiddete karşı mücadele eden örgütlü güçlere karşı da özel hedefli bir bastırma operasyonu yürütüyorlar. Bugün, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Derneğine açılan kapatma davasının ikinci duruşması görülecek; bu davanın açılmasına neden olan muhtelif şikâyet dilekçelerinde derneğin “kadın haklarını savunmak kisvesi altında aile mefhumunu yok sayarak aile yapısını parçaladığı” iddia ediliyor. Kadınların hayatta kalmak için verdiği dilekçeleri umursamayanlar, ipe sapa gelmez dilekçelerle kadın örgütlerini şikâyet edenleri hemen dikkate aldı. Bunun ne demek olduğunu biliyoruz. Kabul etmiyoruz! Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun yanındayız…


İlgili haberler
Türkiye’de kadına yönelik şiddet gerçeği: Dilara v...

Evliliklerinin ilk gününden itibaren şiddete maruz kalan İstanbul’dan Dilara ve İzmir’den Gül devlet...

Oppo’dan öncesi, Oppo’dan sonrası: Babadan kocaya,...

Oppo işçisi bir kadın, evliliği boyunca gördüğü şiddetten kurtulma aşamasında Oppo’dan işten atılma...

Evden atölyeye şiddet sarmalı

Tekstil işçisi Ruşen, zorluklarla boşandı şiddet gördüğü kocasından. Evdeki şiddetten kurtuldu ancak...