Çevre mücadelesi biz varsak var
2011 yılında faaliyete geçen İzmir’e 20 kilometre uzaklıktaki TÜPRAG’a bağlı Efemçukuru altın madeni kentin su kaynakları için çok ciddi bir tehlike saçıyor.

Ülkemizin özellikle kıyı şeridinde süren çevre felaketleri hepimizin malumu… Karl Marx, “Kapitalizm gölgesini satamayacağı ağacı keser” demiş ya ülkemizde de sermaye ve hizmetkarı iktidar, çevreye, yaşam alanlarımıza, tarih ve kültürel miraslarımıza rant için saldırıyor. HES, RES, Nükleer santral ve altın madenlerine karşı verilen mücadele ise çeşitli biçimlerde sürüyor. Artvin halkı Cerattepe’de madenciliğe, Kazdağları köylüleri siyanürlü altın madenine, Sinop halkı nükleer santrale karşı direniyor. Zeytinlikleri için ağaçlara sarılan köylüler, park için nöbet tutan kentli mahalleliler her biri bu mücadele için çok önemli… Ve bu mücadelelerde kadınlar hep ön planda…
Bergamalı köylü kadınları ve Sabahat teyzeyi, Yırcalı köyü kadınlarını, şarkılı türkülü direnişleriyle gönlümüze taht kuran Gerzeli kadınları, yine kadınların başı çektiği Cerattepe direnişinden Ferzane nine ve Yeşil Artvin Derneği Başkanı Neşe Karahan’ı hangimiz tanımadığımızı söyleyebiliriz. Ya da tek bir ağaç için ayağa kalktığımız Gezi direnişinin simgesi haline gelen kırmızılı kadını. Çevre mücadelesi deyince kadınların akla gelmesi bundan…

KADINLARIN RENKLİ VE DİRENGEN MÜCADELESİ
Üretimde yer aldıkları tarlalarını, meyvesini toplayıp işledikleri ağaçlarını, evlerini ve çocuklarını kaybetmek istemiyorlar. Doğaya olan bağlılıklarının yanı sıra, ev içi emeğe hapsolup kalmayı kabullenmiyorlar. Bu nedenle hem çok renkli hem de oldukça direngen bir mücadele veriyorlar. Sonu kazanımla bitsin ya da bitmesin büyük bir mücadele pratiği kazanıyorlar. Ve bu mücadele aynı zamanda kadının özgürleşmesi, kendi talepleri etrafında birleşmesi açısından da oldukça önemli ve tüm talepler açısından düşünüldüğünde iç içe geçmiş durumda… Ancak ve ne yazık ki çevre katliamının yaşandığı her yerde mücadele benzer şekillerde sürmüyor. Hatta bir direnişin varlığından söz etmek bile mümkün olamıyor. Bu yerlerden birisi de İzmir..
2011 yılında faaliyete geçen İzmir’e 20 kilometre uzaklıktaki TÜPRAG’a bağlı Efemçukuru altın madeni kentin su kaynakları için çok ciddi bir tehlike saçıyor. Sevgili Özer Akdemir’in haberlerinden öğrendiğimiz kadarıyla geçtiğimiz ay hazırlanan bilirkişi raporu, İzmir’in yeraltı ve yer üstü sularının kirlendiğini açıkça ortaya koydu. Ancak ne yerel yönetimler, ne İzmirliler ne de bölgede yaşayan Efemçukuru köylüleri bu duruma tepki verdi. TMMOB, TTB, El Ele Derneği, EGEÇEP üzerinden yürüyen bir mücadele söz konusu. Konuyla ilgili bilgisine başvurmak üzere Efem Çukuru Altın Madenine karşı mücadelede başından sonuna kadar yer alan, hâlâ işin takipçisi olan İzmir Tabip Odası Çevre Komisyonu Başkanı Dr. Oya Otyıldız ile yan yana geldik.
HES, RES, taş ocakları, nükleer santraller, altın madenlerinin çevreye yarattığı zararlar vs. üzerine yıllardır çalışma yürüten Dr. Oya Otyıldız nerede bir çevre felaketi var orada… Otyıldız’dan edindiğimiz bilgilere göre Efemçukuru’nda da başlarda bütün köylüler karşıydı altın madenine… Kadınlar da tıpkı erkekler gibi ÇED toplantılarına katılıyor, bilgilendirme toplantıları için evlerini açıyor, davalara katılıyordu. Ancak kendi mücadele yöntemlerini ortaya koyamamışlardı. Sonra bir kısım köylü topraklarını sattı, bir kısım da acele kamulaştırma kararı çıkınca sattı ve mücadele böylelikle sonlandı. Şimdi geriye sadece ‘Yalnız Efe’ kaldı. Yani toprağını madene satmayan tek köylü olan Ahmet Karaçam.

EFEMÇUKURU ALTIN MADENİ...
İzmir halkı arıtma tesisi kuruldu ve artık su kirliliği tehlikesi yok diye düşünüyor ve durumum vahametinden pek de haberdar değil. Oya Otyıldız ise “Karşıyaka’nın suyu Sarıkız ve Göksu’dan geliyor. Bir dönem kuyu sularında yoğun arsenik bulundu ve arıtma tesisi de bunun için kuruldu. Ama Efemçukuru’ndaki kaya arsenikten zengin. MTA’da çalışan jeoloji mühendisleri “Değil altın madeni taş ocağı bile kurulamaz burada” diyor. Çünkü kazma vurulunca hareketlenecek ağır metaller havaya karışacak, yer altı yer üstü sularına karışacak. Nereye gittiğini bilemiyoruz. Kuyudaki suyu biliyorsun, onu arıtabilirsin. Nerede olduğunu bilmediğin bir şeyi nasıl arıtacaksın” diye cevap veriyor.
“İzmirlilere kızıyorum, ‘Biz çekirdeğe çiğdem deriz, boyoz bir kuş değildir, yok demokrasi beşiği’ falan. Ya hu siz suyunuza bile sahip çıkmıyorsunuz. Ne demokrasisi…” diye de serzenişte bulunuyor. Diğer köylülere baktığımızda kadının tarımsal üretimdeki yeri çok ciddi. Böyle bir madenin toprağına, çevreye ve dolayısıyla yaşamına vereceği zararın farkında. Bu nedenle daha çok sahip çıkıyor. Ama Efemçukuru’nda durum biraz farklı. Bağcılık söz konusu, ve bölgedeki kadının üretimdeki yeri diğer yerlere nazaran zayıf. Yani en azından şöyle söylesek yanlış olmaz, tarımsal üretimin ilk belirleyicisi kadın değil.


İZMİRLİ KADINLAR MÜCADELEYİ SAHİPLENMEDİ!
Bu direnişin toplumsallaşamamasında köyün küçük bir köy olması, madencilerin köylüye baskısı, rüşvet teklifi, İzmir halkının topyekün konuya müdahil olmaması, yerel yönetimlerin madene karşı mücadelesini sadece bürokrasi üzerinden yürütmesi vs. oldukça etkili. Ama en etkilisi başta bölgede yaşayan kadınlar olmak üzere İzmirli kadınların mücadeleyi sahiplenmemesi, kendi mücadele şeklini belirleyememesi dersek yersiz olmaz.
Şimdi toprak, hava ve suyumuz ağır metallerle kirleniyor. Ve daha da kirlenecek. Çünkü Tüprag Madencilik üretimi iki katına çıkarmak istiyor. TTB, Çevre Mühendisleri Odası ve EGEÇEP’in buna karşı açtığı dava ise sürüyor. Davanın heyet üyeleri İzmirli olduğu gerekçesiyle iptal edilen bilirkişi raporuna göre bölgeden alınan örneklerde arsenik, kadmiyum, civa dünya kabuk ortalamasının çok üzerinde çıktı. Eğer bölgede yaşayan kadınların çeşitli gerekçelerle yapamadığı direniş öncülüğünü İzmir’de yaşayan diğer kadınlar geçekleştiremezse içecek suyumuz dahi kalmayacak.

HÂLÂ GEÇ KALMIŞ SAYILMAYIZ
Son olarak Dr. Oya Otyıldız’a kulak verelim; “Tıpta esas olan hastayı tedavi etmek değil, koruyucu hekimliktir. Biz onu yaparız, önemli olan aşılamadır, kişinin hasta olmasını önlemektir. Bebeğin doğuştan kalça çıkıklığı varsa ona göre bez giydirir tedavi edersin, ama etmezsen büyüdüğünde ameliyat etmek zorunda kalırsın. Hangisi daha kolay, hangisi daha ucuz. Esas olan koruyucu hekimlik aynı onun gibi esas olan kirletmemektir. Yine de hastalandın o zaman ilerlemesini engellersin. Şimdi yapılması gereken bu.” Yani hâlâ geç kalmış sayılmayız.
“Biz her zaman her koşulda yeniden başlayabiliriz.”

İlgili haberler
Kanser köyün sesini duyun!

1958’de açılan ve rehabilite edilmeden öylece bırakılan uranyum madeni nedeniyle birçok insanın kans...

GÜNÜN ÇAĞRISI: Ölmez ağaçlara sahip çıkalım

Ekolojik yıkım da en çok kadınları etkiliyor tabii ki. Şimdi ekolojik yıkımın ‘ölmez ağaçları’ öldür...

GÜNÜN FOTOĞRAFI: Tırmıklı kadınlar

Kütahya’nın İnköy Mahallesi’nde kadınlar hayvanlarını otlattıkları meraya müze yapılmasını istemiyor...

GÜNÜN ANLAMI: Çevre Gününde Melahat Teyze'ye kulak...

5 Haziran Dünya Çevre Günü. Kadınlar çevre mücadelesinde de tabii ki en önde. Peki neden? Melahat te...

Zeytinime dokunma!

Zeytinlikleri bir gecede yok edebilecek yasa mecliste görüşülüyor. Bölgenin en önemli geçim kaynağı...

Evin bir çocuğu gibi olan zeytine kıyabilir misini...

‘Zeytin olmazsa biz aç kalırız. Çöpü bile kıymetli. Zeytin ağacı hastalansa evde çocuğumuz hastalanm...

Kesilen ağacını omuzladı, belediyeye hesap sordu

Isparta Yalvaç Belediyesi, yalnız yaşayan 71 yaşındaki Melahat Peker’in geçen yıl mart ayında diktiğ...