Emine Erdoğan’ın Hermes çantası niye bugün yine gündem oldu?
Nereden çıktı bu Hermes çanta tartışması? Gerçeklerden… Hangi gerçeklerden? Geçtiğimiz iki haftaya bakalım….

Hürriyet Gazetesi yazarı Hande Fırat, 50 bin dolarlık fiyatıyla bir dönem çok gündem olan Emine Erdoğan’ın Hermes çantasını yeniden gündeme taşıdı, çantanın aslında “çakma”, Emine hanımın da aslında “tutumlu” bir insan olduğunu yazdı.  

Fırat’ın konuyu sadece, Fransa’da Charlie Hebdo dergisinde yayımlanan karikatür üzerine Erdoğan’ın Fransız mallarını boykota çağırması, bunun üzerine Kılıçdaroğlu’nun “Emine Erdoğan çantasını yaksın” demesinden kaynaklanmadığı açık.

Peki nereden çıktı bu Hermes çanta tartışması?

Gerçeklerden…

Hangi gerçeklerden?

Geçtiğimiz iki haftaya bakalım….

Denizli’de maske denetimi yapan valiye bir esnafın “gebermek istiyorum” isyanı…

AKP’li olduğunu saklamayan Malatyalı oda başkanının Erdoğan’a “eve ekmek götüremiyoruz” serzenişi, Erdoğan’ın bu cümleyi “abartılı” bulup esnafa “keyif çayı” fırlatması…

İktidar ortağı MHP liderinin askıda ekmek kampanyası yapması, Erdoğan’ın “eve ekmek götüremiyor diye bir şey mi var bu ülkede” çıkışı…

Hakları için yollara düşen maden işçilerinin karşılarına dikilen jandarmaya “vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz” cümlesinin bulduğu yankı…

Torba yasayla kıdem, emeklilik, güvenceli iş hakkının gasp edilmesi planına karşı bütün işyerlerinde biriken ve yavaş yavaş söze ve eyleme dökülen eylemler…

Eğitimde yaşanan sorunların geniş toplum kesimlerince aleni bir biçimde sınıfsal eşitsizlik tartışması haline gelmesi …

İşsizliğin vardığı boyutun rakamların soğuk birer telaffuzu olmaktan öteye geçip her hanede boğazları sıkan, insanı yaşamaktan soğutan, ekmeği iyice küçülten bir hale gelmesi…

İktidarın elindeki her türlü aracı kullanarak bastırmaya çalıştığı bu gerçekler, her köşeden, her fırsatta karşısına çıkıveriyor. İktidar ve sözcüleri ne zaman halkla karşı karşıya gelse bu sorunların yarattığı tepkiler ya bir kıvılcım ya da bir alev topu gibi düşüyor gündeme.

‘İktidar ve onun taşıyıcıları, fiziki ya da sembolik olarak toplumla karşılaştığı her noktada açık tepki ve taleplerin muhatabı haline geliyor’ diye yazmıştı Hakkı Özdal Gazete Duvar’daki son yazısında. İşte bu genişleyen ve her vesileyle ortaya serilen muhataplık, AKP dönemini sembolleyen ama nesnel durum olgunlaşmadığı için tepkinin görünürleşemediği meselelerin, olayların, nesnelerin hafızalardaki yerlerinden çıkıp bugüne taşınmasını da beraberinde getiriyor.

Eve ekmek götürememe derdinin bizzat iktidar tarafından aşağılandığı bugünlerde, 50 bin dolarlık Hermes çanta, yoksulluğun ve işsizliğin en temel mesele haline geldiğinin, öfkenin büyüdüğünün, iktidarın bunu gördüğünün bir göstergesi olarak bugüne taşındı. Erdoğan ve ailesinde sembolleşen israf, şatafat ve halden anlamazlık iktidarının “kendisini halk nezdinde temize çekme” zorunluluğu hissetmesinin bir göstergesi olarak…

Lakin iktidarın sınıfsal kodlarındaki kibir, nobranlık ve aşağılama öyle belirgin ki; halk nezdinde büyüyen öfkenin idrakine varıp, bu öfkeye ayar çekmeye çalışırken Hande Fırat eliyle piyasaya sürdüğü “imitasyon” haberinin “akım derken b*kum demek” olduğunun farkında bile değil.

Ekonomik krizin pandemiyle birlikte derinleştiği, halkın gündelik ihtiyaçları büyürken, kamusal tüm kaynakların sermayeye peşkeş çekildiği, iktidarın geniş toplumsal kesimlerden rıza devşirme kapasitesinin daraldığı, topluma bir gelecek tahayyülü sunamamasının gerçeklikten kopuk, imaja dayalı bir “kutuplaştırma”, uluslararası alanda savaş ve kavga, iç politikada muhalifleri ezme siyaseti ile ötelenmeye çalışıldığı bu günlerde gerçek her fırsatta kendine yer açıyor.

Bu koşullar altında iktidarın gerçekleri gözden ırak kılmak üzere yarattığı tüm gündemlerin kendi tabanı olarak gördüğü kesimler bakımından da “yeterli alıcı bulamadığı” bir süreç yaşanıyor. Fabrikalardan gelen izlenimler, işçilerden gelen mektuplar, yaptığımız görüşmeler; ne Azerbaycan-Ermenistan savaşı, ne Fransız malları boykotu, ne Kapalı Maraş’ta piknik, ne İyi Parti içinde yaratılan FETÖ krizinin iktidarın beklediği yedekleme etkisini yaratamadığını gösteriyor. Ama örneğin; Erdoğan, “Bu hayatın albenisine kendisini kaptıran insan, dünyasını da ahiretini de kaybeder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmektir. Gerçek mümin acıyı bal eyleyendir” dediğinde, sarayın günlük harcamasının 10 milyon TL’ye ulaştığı bilgisi bu sabır telkinden daha hızlı yayılıyor. Örneğin; Erdoğan “Bugün evine ekmek götüremeyen diye bir şey Türkiye’de var mı? İnanıyor musunuz buna? Bugün Türkiye her şeyiyle, asgari ücretiyle, maaşıyla çok çok ülkeleri geride bırakmış bir Türkiye var” dediğinde, Emine Erdoğan’ın bir Hermes çantasının 147 asgari ücret ettiği hesabı bu ayardan daha hızlı yayılıyor.

***

Bu yazıyı yazdığım dakikalarda İzmir’de can kayıplı yıkımlara yol açan ve pek çok kentte hissedilen deprem oldu. Enkaz altındakiler için zamana karşı mücadele verilirken, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, yıkılmış bir binanın önünde bir görevlinin elinden kaptığı telefonla canlı yayında şov yapıyordu. Canı tehlikede olan Buse’nin yerinin tespit edilip bir an önce çıkarılması için ekipler çalışmasını sürdürürken, bütün kameraları kendisine çevirtip canlı yayında “Sakin ol. Sana ulaşmaya çalışıyoruz. Gelen sesi duyuyor musun?” gibi şeyler söylüyordu. 1 dakikanın bile bir insan ömrü demek olduğu, afet uzmanlarının, ekiplerinin canla başla çalıştığı o dakikalarda Buse’ye neden o çalışmayı sürdüren, yıkıntıyı bilen ve üzerinde çalışan, enkaz altında kalmış bir insana aynı zamanda yetkin bir yönlendirme de yapabilecek olan uzmanlar değil de Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin bu soruları sorduğu, üstelik bunu da kameralar önünde poz vererek yaptığını sorabilirsiniz elbette. Hatta sormalısınız…

Tıpkı; büyük bir panik, korku ve hatta çaresizlik duygusuyla depremden kaçıp, yakınlarımız, yurttaşlarımız için endişeyle beklediğimiz, yıkılan binalardan bir umutlu haber almak için ekranlara kilitlendiğimiz o dakikalarda neden hepimizin içinde endişeden, korkudan, panikten daha çok öfke olduğunu, aklımızda ve dilimizde sürekli “topladığınız deprem vergileri nerede” cümlesi olduğunu da sormalıyız.

Geçmiş olsun İzmir… Kaybettiğimiz tüm yaşamların, yaşadığımız tüm korkuların hesabını soracağız.

İlgili haberler
Hermes çanta gündemde| Hande Fırat’ın ‘Gerçek deği...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransız mallarını boykot çağrısı sonrası Hermes çanta yeniden gündeme geldi...

Pandemide kadınların yoksullukla imtihanı: ‘Bir yı...

Milyonlarca işçi ve emekçi işten atılma ve ücretsiz izin dayatmasıyla yüz yüze kalırken yoksulluk da...

Ev işçisi bir kadın: Çok zor ekmek derdi, yoksul i...

İzmir’de ev işçisi bir kadın korona sürecinde yaşadığı zorlukları anlattı: “Pandemi başladığında hay...