Şiddetin Yüzü: Kezzaplı saldırıya uğrayan kadınların hikayesi
Kimyasalların erkeklerin elinde nasıl bir silaha dönüştüğünü gösterirken kadınların hayatlarında yarattığı yıkımı anlatan Şiddetin Yüzü belgeselini yönetmenleri Esra Açıkgöz ve Kenan Özer'le konuştuk.

Kadına karşı şiddet gittikçe vahşileşen yöntemlerle artıyor, kadınlar çantalarında koruma kararlarıyla boşanmak istedikleri eşleri, reddettikleri erkekler tarafından öldürülmeye devam ediyor. Çamaşır suyu, kezzap gibi kimyasal malzemeler de erkeklerin elinde bir şiddet aracına dönüşüyor. Kimyasal saldırıya uğrayan kadınlara saldırı sonrası ne oluyor? “Şiddetin Yüzü” belgeseli kezzaplı saldırıya uğrayan üç kadının hikayesi üzerinden kimyasal saldırıya uğrayan kadınların yaşadıklarını anlatıyor. “Şiddetin Yüzü” belgeselini* yönetmenleri Esra Açıkgöz ve Kenan Özer ile konuştuk.  

Kenan Özer, Esra Açıkgöz

Kadınlara karşı yapılan kimyasal saldırıyı odağına alan bir belgesel çalışma yaptınız. Neden bu konu üzerine bir belgesel çalışması yapmak istediniz?

Kenan Özer: Bu film, sevgili Esra’nın fikriydi. Birlikte hayata geçirme şansı elde ettiğim için çok mutluyum önce bunu söyleyerek başlayayım. Kadınlar, her an faillerin erkekler olduğu fiziksel ve psikolojik şiddetle karşı karşıya kalabiliyorlar. Biz bu fotoğrafın bütününden, pek de konuşulmayan şiddet türlerinden birine, kimyasal saldırılara odaklanıyoruz bu filmde.

Erkek şiddetinin altında sosyokültürel ve ideolojik bir taraf olduğunu kabul etmemiz, ettirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Erkekler için “Ama çok sevmiş”, “Ama aldatılmış”, kadınlar için “Yalnız yaşıyormuş”, “O saatte orada ne işi varmış” gibi cümlelerin toplumun zihninden kazınıp atılması lazım.

Geçtiğimiz günlerde bir şey yaşadık, filmimizle ilgili bir haber duyuran kadın arkadaşımızın paylaşımının altına birçok olumsuz yorum geldi erkek kullanıcılar tarafından. Yorumlar ağırlıklı olarak “Erkek şiddeti yoktur, şiddet vardır” şeklindeydi. Her saniye kadınlara yönelik fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanırken, bunu sıradanlaştırmak, adli bir olay gibi düşünmek biz erkeklerin içinde hazır kıta bekleyen “aslan, paşam, koçum, yakışır”ın yansımasından başka bir şey değil. Bence erkekler olarak potansiyel şiddet failleriyiz. Çünkü böyle yetiştirildik, bebekliğimiz, çocukluğumuz erkekliğimizin pohpohlanmasıyla ve ona halel getirilmemesi nasihatleriyle geçti: “O kim oluyor da beni reddediyor, boşanmak istiyor” ya da “aldatıyor.” Bu kodlar kundaktan itibaren zihnimize işleniyor, mezara kadar bilinç altımızda saklı duruyor. Sosyoekonomik bir tarafı da yok, en varlıklısından en yoksuluna, eğitimlisinden eğitimsizine kadar her erkek bu şekilde yetişiyor. Evde, okulda, dizilerde, reklamlarda, konuşulan dilde, hayatın her alanında ne kadar özel ve üstün olduğumuz bombardımanıyla var oluyoruz. Kimyasal saldırıları da bu partriyarkal sistemin bir uzantısı olarak gördüm, bu şiddeti ekrana yansıtmak ve şiddet mağdurlarına destek olmak için ve en önemlisi, böylesi bir belgeselin toplumsal cinsiyete yönelik bilinçlenmeye katkısı olabileceğini, yetkili kişileri önlem almak üzere harekete geçirebileceğini düşünerek seve seve bu işin içinde yer aldım.


Melahat Üzümcü

Esra Açıkgöz: Kadına yönelik erkek şiddeti, artık bir cinskırıma, katliama dönüştü. Bir yanda kadınları kendi malı gibi gören, onlara işkence etmek, öldürmek hakkıymış gibi davranan erkekler, diğer yanda onları kollayan, söylemleriyle cesaretlendiren siyasiler… Her kadın gibi ben de bunların arasında hayatta kalmaya çalışırken bir gazeteci olarak da bu sorunlara dikkat çekmek için haberler hazırlıyordum. Özellikle 2000’den sonra kadınlara yönelik kezzap, asit gibi kimyasallarla yapılan saldırı haberlerinin fazlalaştığı dikkatimi çekmişti. Biliyorsunuz, kezzaplı saldırı denince Türkiye’de ilk akla gelen isim arabesk müziğin tanınmış sesi Bergen oluyor. Bergen, eşi Halis Serbest’in azmettirmesiyle 1982’de sahnedeyken kezzaplı saldırıya uğrayınca bir gözünü kaybediyor. Boşandıktan dört ay sonra 1989’da eski eşi tarafından öldürülüyor. Aslında hayatı o yıllarda yaşanan toplumsal cinsiyet ayrımcılığının en acı dolu hikayelerinden biri. Ancak magazinsel bir malzeme olarak ele alındığı için anlatılırken kadına karşı şiddet sıradanlaştırıp normalleştiriliyor, kezzap sanki tutkunun ve aşkın sonucuymuş gibi sunuluyor, romantize ediliyor, gerçekliğinden arındırılıp “filmleştiriliyor.” Belki biraz da bundan sanki kezzaplı saldırılar bizden çok uzakmış gibi algılanabiliyor. Oysa kadın olarak bu, hepimiz için oldukça gerçek ve ne yazık ki tahmin ettiğimizden bile “yakın” bir tehlike. Ancak araştırdıkça bu konuyla ilgili çok çalışma olmadığını gördüm. Araştırma sırasında dikkatimi çeken bir diğer nokta da kadınlara yönelik bu saldırıların daha çok “asayiş, polis haberi” olarak kaldığıydı. Dava süreci, kadınlara ne olduğu, ihtiyaçları, talepleri üzerine haberler çok azdı. Ben de bu konunun üzerine gitmek istedim ve böylece Kenan’la birlikte “Şiddetin Yüzü” belgeseli için yola çıktık.

KEZZAP, ASİT, TUZ RUHU... KADINLARIN HAYATINDAKİ YIKIM!

Yaptığınız belgeselden biraz bahsedecek olsanız nasıl tariflersiniz?

K.Ö.: “Şiddetin Yüzü” belgeselimiz, erkeklerin kadını eve kapatmak, öldürmese de görünüşünü “bozarak” toplumdaki “görünürlüğü”nü bitirmek, başkası tarafından arzulanmasını engellemek için başvurduğu en acımasız saldırılardan birini, kimyasal saldırıları anlatıyor. Boşanmak istediği, “aşkına” karşılık vermediği, terk ettiği için kimyasal saldırıya uğrayan üç kadın hikâyesini, karşılaştıkları zorlukları ve tabii ki taleplerini göstermeye çalıştık filmde.

E.A.: Belgeselimiz kezzap, asit, tuz ruhu gibi kimyasalların erkeklerin elinde nasıl bir silaha dönüştüğünü gösterirken, kadınların hayatlarında yarattığı yıkımı onların ağzından anlatıyor. Böylece bu yıkıma karşı nasıl bir devlet desteği mekanizmasının işlediğini ya da işlemediğini de göstermiş oluyor.

Belgeseldeki kadınlardan biri, Marina Lakvekheliani, Gürcistanlı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. 2017’de terk ettiği sevgilisi tarafından kezzaplı saldırıya uğruyor. Berfin Özek, 2019’da İskenderun’da dershane çıkışında evine ulaşmaya çalışırken, mahallesinde eski sevgilisi tarafından kezzaplı saldırı gerçekleştiriyor. Bir gözünü kaybediyor. Diğeri yüzde 50 görüyor. Beşin üzerinde ameliyat olduğu, bir yıldır tedavi gördüğü halde yüzü hâlâ bu şiddetin izlerini taşıyor. Melahat Üzümcü ise, mayıs 2020’de Isparta’da işe gitmek için evinden çıktığında boşanma davası açtığı eşi tarafından kezzaplı saldırıya uğruyor. Kulağının bir bölümü eriyor, elindeki ve yüzündeki damarlar yoğun hasar görüyor. Belgeselimiz işte bu üç kadının yaşadıkları üzerinden erkek şiddetinin vardığı vahşetin boyutlarını gösteriyor. Ayrıca İskenderun Kadın Platformu Avukatı Mehtap Sert işin hukuki yönünü, olması gerekeni ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfının 20 yıllık gönüllü sosyal çalışanı Gülsün Kanat ise psikolojik ihtiyaçları, devletten talepleri anlattı.

KADINLAR DESTEK MEKANİZMASI OLMADAN HAYATTA KALMAYA ÇALIŞIYOR

Çalışmanız sırasında reddettiği ya da ayrılmak istediği erkekler tarafından saldırıya uğrayan kadınlar ile görüşmeler yaptınız, onların hikayesini anlattınız. Ne gibi sonuçlar sizin için öne çıktı bu belgesel çalışmanız sonucunda?

E.A.: Belgesel için hayatını bize açan cesur kadınlardan çok şey dinledik, çoğu da ağırdı tabii ki. Ancak bu projeyle ilgili en çok Melahat Üzümcü’nün söylediği bir cümle kafamızda dönüp durdu: “İş yerimin servis şoförünü aradık, ‘Beklemeyin, eşi kezzap döktü, gelemeyecek’ diye haber verdik.” Önce o şoförü düşündüm. Sanki grip oldu bugün gelemiyor dermişcesine duyduğu bu cümleden irkildi mi, umursamadı mı, ne düşündü acaba diye? Daha da ağırı, kezzap saldırısına uğrayan, yüzü yanan bir kadının daha hastaneye gitmeden iş yerini arayıp haber verme zorunluluğu hissetmesiydi… Kendisi şu an üç çocuğuyla herhangi bir destek mekanizması olmadan hayatta kalmaya çalışıyor.

Yine bir genç kadının, Berfin’in sevgili olduğu insandan sokak ortasında dayak yemesini anlatırken, “Hep sabrettim, sabret sabret bir yere kadar” diye bir cümle kurması beni karıştırmıştı. 19 yaşındaki bir genç kadının erkek şiddetine karşı “sabır göstermekle” işi neydi diye düşündüm? Evli, çocuklu kadınların ekonomik özgürlükleri de yoksa nasıl bir çembere sıkıştıklarını biliyoruz. Ancak sadece 19 yaşındaydı, üniversiteye hazırlanıyordu ve bana yediği dayağa sabretmesi gerektiğini anlatıyordu. Bu, aslında kadın olarak bize biçilen toplumsal rolün, “erkek”in yaptığını maruz görmenin ve sabretmenin ne kadar küçük yaşta öğretildiğinin de göstergesi.

Bizi etkileyen bir şey de Marina’nın tüm davalarını suçluyla karşılaşmayı göze alarak takip etmesiydi. Dümdüz korkularını, kaygılarını, hâlâ ilaçsız günü geçiremediğini anlatırken, insanın adalet için de mücadele etmesi gerektiğini söylemesi ve bunu gerçekten yapmış olma cesareti… Bu sırada şunu da söylemeliyiz, bu kadınlar bunca vahşete rağmen hayatlarına, çocuklarıyla yeni bir yaşam kurma çabalarına, uğradıkları haksızlıklarla mücadele etmeye devam edecek kadar güçlüler.

Berfin Özek

ÜÇ KADININ HİKAYESİ MİLYONLARCA KADININ KAYGISI

Toplumun, kadınların dayanışma adına ne yapması gerekir?

K.Ö.: Bu soruya en iyi yanıtı sinemacı, belgeselci kimliğimle verebilirim, öyle de yapmaya çalıştım. Meseleyi kurguya kaçmadan tüm çıplaklığıyla ortaya koyup, çözümlerini de yine mağdurlarla ve de uzmanlarla konuşarak, elimizden geldiğince aktarmaya çalıştık. Ama başta da dediğim gibi, esas mesele, erkeklik ve kadınlıkla ilgili toplumsal kodlarımızın değişmesinin gerekmesi. Toplumu bir filmle değiştirmek, dönüştürmek gibi bir iddiamız yok elbette, keşke mümkün olsaydı, ama en azından karar alıcıların dikkatini çekeceğimizi ümit ediyorum.

E.A.: Bu belgesel, erkeklerin acımasız saldırılarına, işkencelerine rağmen hayatlarına devam etmeyi başaran, taleplerini dillendirme cesaretini gösteren kadınların anlatısı. Belgeselde üç kadın var ancak aslında hepimizin, milyonlarca kadının kaygısı ve kavgası aynı zamanda. Kadına yönelik erkek şiddetiyle ilgili her konunun üzerine çok konuşulmasını, tartışılmasını önemsiyoruz. Bizi harekete geçiren itekleyici güç de zaten bu oldu. Çünkü birbirimizin sesine ses kattıkça ne kadınların üzerinde söz hakkı olduğunu sanan erkekler, ne de siyasiler de kulaklarını daha fazla tıkayamayacaklarını anlayacak.

*Belgeselin gösterim tarihlerini @siddetinyuzu adlı Twitter adresini takip ederek öğrenebilirsiniz.

DEVLET KEZZAPLI SALDIRIYA UĞRAYAN KADINLARIN TEDAVİSİNİ ‘LÜKS’ GÖRÜYOR
Kadınların hem psikolojik hem fiziksel iyileşme süreci nasıl geçiyor? Kadınların yaşamlarında karşılaştığı zorluklar burada kalıyor mu yoksa buna bağlı olarak devam eden sorunlar büyüyor mu?
Esra Açıkgöz: Ne yazık ki kezzap nedeniyle vücutta kalan izlerin iyileşmesi uzun zaman alıyor. Uzun süreçli bir tedavi bu. Birtakım estetik operasyonlar da gerektiriyor, ancak devlet bunu karşılamıyor, “lüks” görüyor. Oysa uzuv kayıpları yaşanabiliyor. Psikolojik açıdan da kadınlar için özel bir destek sunulmuyor. Saldırının yarattığı korku, kaygı uzun süre atılamıyor tabii ki. Çoğu devlet psikiyatrlarına gidiyor. Kimi günlerini sakinleştirici ve uyku ilaçları olmadan geçiremediklerini söylüyor. Ancak kadınlara, bu travmalar üzerinden bir psikolojik destek sunulmuyor. İnsanlarla temastan, belli saatlerde dışarı çıkmaktan kaçınıyorlar. Bu durum sosyalleşmelerinden iş bulmalarına kadar her şeyi etkiliyor. Ayrıca fiziksel olarak süren rahatsızlıkları da çalışabilmelerini engelliyor. Demin anlattığım Melahat Üzümcü, çocuklarına bakmak için bir dönem temizliğe gitmiş ancak çamaşır suyu, kezzabın elindeki damarlarda yarattığı tahribatı tetiklemiş. Bu nedenle çalışamıyor. Oysa üç çocuğuna bakmak zorunda. Ne yazık ki devlet tarafından kadınlar için gerekli maddi destek ya da istihdam imkânı sağlanmıyor.

Marina Lakvekheliani

CEZALARIN CAYDIRICILIĞI YOK
Kadınların öne çıkan talepleri neler oldu yaptığınız görüşmeler sonucunda?
Kenan Özer: Kimyasal saldırıya uğrayan kadınların yüz ve bedenlerinde oluşan tahribatla ilgili estetik operasyonları, devlet tarafından lüks olarak görüldüğü için karşılanmıyor. Örneğin Berfin’in ameliyat masrafları sosyal medyada yürütülen kampanyalarla toplandı. Bu kadınlar için ücretsiz estetik ameliyatların yapılması gerekiyor.
Türkiye’de bu suçun failleri, kimyasal saldırı yaralama olarak değerlendirildiği için, ortalama sekiz yıl ceza alıyor. Türkiye yasalarında bir de ceza indirimleri var biliyorsunuz. Bu nedenle cezaların hiçbir caydırıcılığı kalmıyor. Düşünsenize yüzünüzü yakan, gözünüzü kör eden bir erkek, takım elbise ile duruşmaya geldiği için sekiz yıllık cezasından da indirim alarak, iki üç sene sonra tekrar karşınıza çıkabiliyor. Ayrıca, saldırganların cezaevinden ıslah olmuş olarak çıktıklarını da söylememiz pek mümkün değil. Dolayısıyla kadınlar sürekli korku içinde yaşıyorlar. Görüştüğümüz hukukçular, bu soruna bir çözüm olarak, bu saldırganların öldürmeye teşebbüsten yargılanması gerektiğini ve cezaların artması gerektiğini söylüyorlar.

Fotoğraflar: Şiddetin Yüzü belgeselinden kareler/ Esra Açıkgöz-Kenan Özer 


İlgili haberler
Asit saldırısına uğrayan Berfin Özek: Kadınlar yal...

19 yaşındaki Berfin Özek, ocak ayında evine yürüyerek dönerken Casim Ozan Çeltik’in asitli saldırısı...

Hindistan’da bir kadına beşinci kez asit saldırısı

Her yıl yüzlerce kadının asit saldırısına uğradığı Hindistan’da daha önce 4 kez aynı kadına asitle s...

Kezzaplı saldırıya uğrayan Asiye Güzel'in kızı: An...

Asiye Güzel, evliliği boyunca şiddete maruz kaldı, boşandı. Eski eşinin kezaplı saldırısına uğradı....

Sürekli taciz ettiği eski eşine kezzaplı saldırıda...

Asiye Güzel, evliliği boyunca şiddete maruz kaldı, boşandı. Eski eşin tacizleri devam etti, koruma k...

‘İstediğim şey oldukça basit aslında: yaşamak’

Her kadın gibi ben de yaşamak istiyorum ama sonunda yirmi saniyelik bir alt yazı olma ihtimalimi de...

Sömürüye karşı mutlak bir direnme hikayesi: Yüzleş...

“Bu film illa başkalarına umut vermek için ya da illa güçlü hikâyeleri yan yana getirmek misyonu içi...