Mülteci sorununda doğru bilinen yanlışlar
‘Ben ülkemde göçmen istemiyorum’, ‘Onlar suça meyilli’, ‘Onlar geldi şiddet, taciz arttı...’ Bu sıklıkla duyduğumuz cümlelerin gerçeklerine gelin birlikte bakalım...

Uzun uzadıya konuşulan ve çokça tartışmalara sebep olan bir konu ile ilgili yazmak yeni bir şeyler söyleyememe kaygısını da beraberinde getiriyor. Yine de bazen buna rağmen bazı şeyleri yeniden konuşmak, tartışmak, hatırlamak gerekebiliyor. Göçmenlik, mültecilik tartışmaları da tam olarak bu noktaya denk düşüyor. Tekrara düşme ihtimalini bilerek, Türkiye’deki mevcut durumu şöyle bir değerlendirip buradan notlar çıkarmaya çalışalım.

İlk olarak, Türkiye’nin yakın dönem göç tarihini etkileyen bazı olaylara bakalım. 1990’lara geliyoruz ve yepyeni bir dünya tablosu ile karşılaşıyoruz; Orta Doğu’da ve Balkanlarda gerçekleşen olaylar, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmış olması ve bunun da etkisi ile kapitalizmin daha acımasız bir döneme girmesi, emperyalizmin etkisiyle göçün tam anlamıyla bir dünya gerçeği olması gibi bir sürü önemli değişikliğin olduğu yeni dünyadan bahsediyoruz. Tüm bu değişim dönüşümler tabii ki Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiş ve etkilemişti. Türkiye bu olayların ardından gözle görülür bir şekilde göç almaya başlamıştı.

90’lar öncesi Türkiye’ye yönelik sığınmacı ve mülteci hareketlerinin ilkini, İran İslam Devrimi’nin gerçekleşmesinin ardından yeni rejime muhalif olanların kaçış noktası olarak Türkiye’yi kullanması oluşturmuştu. Bunun ardından İran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali, Körfez Savaşı, Saddam rejiminin politikaları ve ardından 2003 Irak işgali… Bir diğer göç dalgası ise SSCB’nin dağılması ile meydana gelmişti ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimin çöküşü ile bu ülkelerden Türkiye’ye iş bulmaya gelen göçmenlerin sayısında artış yaşanmıştı.

Türkiye açısından göç konusunda asıl yükseliş ise Suriye İç Savaşı’nın ardından Türkiye’ye milyonlarca Suriyelinin girmesiyle birlikte yaşandı. Bununla da bitmedi, Suriyelilerin Türkiye’ye kitlesel göçü ile zaten hassas olan denge Afganistan’dan ve Pakistan’dan gelen göçlerle iyice sarsıldı ve beraberinde göçmen karşıtlığı dalgasını büyüterek getirdi.

ÖFKEMİZİ ASIL YÖNELTECEKLERİMİZ…

Bugün dünya çapında milyonlarca insan gönüllü ya da gönülsüz bir şekilde göç etmek durumunda kalıyor. Zorunlu göçün çoğu zaman acil durumlar sebebiyle olması çözüm için de hızlı harekete geçilmesi ihtiyacını doğuruyor; ya da harekete geçilmiyorsa bile daha fazla gündemde kalmasına neden oluyor. Dünya genelinde 270 milyonluk bir göçmen nüfustan bahsediliyorken “Ben ülkemde göçmen istemiyorum” demek sanıyorum akıl tutulmasıdır. Kimse kusura bakmasın, emperyalizmin hüküm sürdüğü bir dünyada “steril hayatlar” sürmeyi ummayalım. Her an bir savaşın, ekonomik krizin, radikal siyasi rejim değişikliğinin olabileceği bir dünyada göçler hep olmuştur ve olacaktır. Bu noktada eğer ırkçı, popülist bir tarafa düşmek istemiyorsak “ama” demeden göçmen haklarının insan hakları olduğunu savunmak zorundayız. Asıl öfkeyi de çoğu zaman en çaresiz hisseden, ezilen, sürekli ayrımcılığa uğrayan göçmenlere değil; türlü çıkarlarla halkların eşit ve güvenli bir hayat sürmesine engel olan siyasilere, göçmenlik meselesini pazarlık masalarına yatıran hükümete, gerçekçi olmayan geri gönderme vaatleriyle ‘en ırkçı benim’ yarışına giren muhalefete yöneltelim öfkemizi.

MESELE SADECE KADINLARIN GÜVENLİĞİ DEĞİL!

Gelgelelim göçmen erkeklerin savaştan kaçan “haysiyetsizler” olmaları ve ayrıca “potansiyel sapık, suça meyilli” oldukları söylemlerine. O zaman diğer notumuzu atalım; savaştan kaçmak, güvenli bir yere yerleşmek en doğal haktır. Hem kaldı ki, halkların yararına, halkların kararıyla olduğuna dair hiçbir çıkarım yapamadığımız savaşlar için kimsenin kimseye ahkam kesme hakkı yok.

Göçmen sorununda kadınlar üzerinde yürütülen tartışmalarda gerçekten amaç kadınların güvenlikleri mi peki? Hepimiz sosyal medyada görmüşüzdür, özellikle Afganistan’dan gelen göçün ardından, bazıları gerçek bazıları sahte birçok video ortaya atıldı. Bu videolar yoluyla bir genellemeye ulaşıp tüm göçmenleri sapık olarak görenlere karşı çıkanlara müthiş bir öfke yükseldi anında. Göçmen erkeklerin kamusal alanda kadınları kayda aldığına dair görüntülerin yayınlanmasının ardından, videoların altına cansiperane bir şekilde “Kadınlarımız istediklerini giyemeyecekler mi?” diye yazanların önemli bir kısmının kadınların dilediğimizi giyme özgürlüğünü gözetmediğini yaptıkları başkaca paylaşımlardan görebiliyoruz. Bir kadın olarak can güvenliğim yok, evet ve bunun sorumlusu en başta kadına yönelik suçları sistematik bir cezasızlıkla adeta ödüllendiren, bizim can güvenliğimizin teminatı olan sözleşmeleri kaldıran, caydırıcı önlemleri uygulamaya koymayan, ayrıştırıcı dille kadınları sürekli hedef gösteren iktidar. Bir kadın olarak can güvenliğim olmamasının en temel nedeni eşitlik haklarımızın garanti altına alınmasını her bakımdan engelleyen kapitalizm ve onunla iç içe olan ataerkil düzen. Eğer bu sorumlular size yetmiyorsa ve iş teker teker bireyleri, bireylerin kimliklerini konuşmaya geliyorsa kimlerin bu noktada sorumlu çıkacağına bir bakalım isterseniz.

GÖÇMEN SORUNUNA GERÇEK ÇÖZÜM NEREDE?

Gelinen noktada, göçmenlerin bayramda sahile gitmeleri, kendi dillerinde şarkılar söylemeleri yani aslında çalışma hayatları dışında görülmeleri büyük kabahat. Hoş, çalışma hayatında olduklarında da “işimizi elimizden aldıkları” için kabahatli oluyorlar. Tabii sermaye için durum daha farklı, geri yollayalım planları ortaya atanlara iktidar “Giderlerse ucuz iş gücü de gider diyerek ‘ona göre!’” uyarısında bulunmuştu. İşte bizi ilgilendiren asıl mesele; bir tarafta Türkiyeli, Suriyeli, Afganistanlı... işçi sınıfı, bir tarafta ise sermaye. Sermayenin işçileri milliyetlerine göre ayırıp, birleşmesine engel olduğu bir dünyada bizim bu oyunu bozmamız gerekiyor. Tabii ki bu şekilde devam eden bir göç dalgası sürdürülebilir değil, bunu hepimiz biliyoruz ama çözümü doğrudan göçmen karşıtlığına yani en kolay noktaya çekmememiz gerekiyor. Her an hepimiz göçmen konumuna düşebiliriz ama sırf bu ihtimalin varlığından dolayı değil, insanlık onuru için göçmen haklarını savunmamız gerekiyor.

Unutmayalım, göçmen sorununa en temel çözüm halklar arası savaşa, sınıflar arası barışa hayır demekten geçiyor.

Görsel: Canva

İlgili haberler
‘Mültecilere sıra gelene kadar neler var biliyor m...

Samimi bir sohbetle yıkılan önyargılar, sorunun esas kaynağına dair tartışmanın açtığı parantezler,...

Mülteciler gidince şiddet azalır mı?

AKP’nin ürettiği yanlış politikaların sorumluluğu da sonucu da göçmenlere yıkılmamalı. Çözüm düşmanl...

Suriyeli Hena’nın hayali: Ortak bir gelecek

6 yıl önce Suriye’deki savaştan kaçarak Adana’ya gelmiş çocuklarıyla Hena. Korku dolu olsa da geçmiş...

Bu yara hepimizin, ya kanatacağız ya iyileştireceğ...

Afganistanlı M. ve ağabeyine, M.’nin sınıf arkadaşlarının velilerinin uzattığı dayanışma elinin deği...

Mülteci Köprüsü: Van

Binbir umutlarla çıkılan yolculukların bazen bir geçiş noktası, bazen de son durağı olan Van'ın mült...

Suriyeli kadınlar: Dilimiz yakın, komşuluğumuz uza...

İstanbul İkitelli’de yaşayan mülteci kadınlar Türkmen oldukları için dil sorunu yaşamazken, sürekli...