‘Borç bulup çocuklara harçlık veriyoruz’
Avcılar Belediyesinde çalışan, 3 aydır ücretlerini alamayan işçilerden Ali Polat’ın eşi Fatma, borç bularak çocuklara harçlık verdiklerini anlatıyor. Fatma Belediye Başkanına da isyan ediyor.

Fatma Polat ile görüşmek için önce eşiyle buluşuyoruz Esenyurt’ta. Bizi dolmuştan indiğimiz yerde bekliyor. Yanında da bir arkadaşı var, biz indikten bir süre sonra ayrılıyorlar. Birazdan anlıyoruz biz de; Ali Polat, yarın çocuklarına harçlık verebilmek için arkadaşından borç almış o sırada. Ali, Avcılar Belediyesi Fen İşleri Bölümünde taşeron işçi. Maaşı asgari ücret bir de yol, yemek, yaklaşık 2 bin 200 lira alıyor. Ancak 3 aylık maaşları ödenmediği için zaten zor dönen ev ekonomisi iyice çökmüş. Ali Polat’la ilk görüştüğümüzde yaşadığı ekonomik sıkıntıları anlatırken “Asıl eşime sorun evin geçimi, kadınlar daha çok zorluk yaşıyor. Biz evden çıkınca sıkıntıdan biraz kurtulabiliyoruz ama onlar hep bununla baş başa” demişti. Şimdi biz de Fatma Polat’la görüşmeye gidiyoruz. Saat akşamın 8’i, karanlık ve asfaltsız bir yoldan gidiyoruz. Yolda karşılaştığımız Fatma okula gidiyor çocuğu almaya. Biz evde biraz bekleyeceğiz onu.

Evleri Esenyurt’un epey uzak bir mahallesinde bir gecekondu, 9 kişi yaşıyorlar. Fatma ve Ali’nin 4 çocuğu var, en küçüğü 2 yaşında, en büyüğü 16. 3 oda, 1 salon ve ufak bir mutfaktan oluşan sobalı evde 4 çocuk, anne baba, Ali’nin hasta annesi, erkek kardeşi ve engelli kız kardeşi birlikte yaşıyorlar. Kış olduğu için Fatma çocuklarla birlikte salonda yatıyor, Ali’nin annesi ve kardeşleri birlikte bir odada, Ali de diğer odada. Soba sadece salonda yanıyor, diğer odalarda zaman zaman yakılan elektrikli ısıtıcı var ama çocukları ısıtmaya yetmiyor. Yemek de salonda yeniyor, televizyon da orada izleniyor, sohbet de orada yapılıyor, çocuklar derslerine de salonda çalışıyor. Salonda sadece 1 kanepe var, 1 tane de tekli koltuk. Herkesin aynı anda oturma şansı yok yani. Çocuklar minderlerle ya da taburede idare ediyor.

Fatma gelene kadar çocuklarla sohbet ediyoruz, bir yandan yeni uyanan 2 yaşındaki kardeşlerine bakıp bir yandan bize çay verip bir yandan da sohbete katılıyor Yasemin ve Yeşim. Yeşim 11. sınıfa gidiyor, Yasemin 8. sınıfta. İkisi de kitap okumayı çok seviyorlarmış. Yasemin zaten sohbet arasında fırsat buldukça elindeki kitabı okumaya devam ediyor.

Fatma geliyor, oğlanı almış okuldan. Ama okul bayağı uzak anlaşılan gelmesi uzun sürüyor. 36 yaşında Fatma, 17 yıldır evli. Çok hareketli bir kadın, içeri girmesiyle evin havası tamamen değişiyor birden. Kendisi evde değilken işlerin yolunda gidip gitmediğini anlamaya çalışıyor, çocuklar derslerini yapmış mı, bize çay veren olmuş mu, ufaklık ne zaman uyanmış...

Her şeyin yolunda olduğu anlaşılınca biz başlıyoruz sohbete. Ali’nin işyerinde yaşadığı sorunları, ücretlerin düzenli ödenmediğini konuşuyoruz ama bunları asıl kendisiyle konuşmak istediğimiz söyleyince “Benle konuşun tabii, asıl ben yaşıyorum sıkıntıyı” diyor. “Eşim maaş alamayınca evde ne varsa onu yapmak zorundayım. Sonuçta 4 çocuk var. Bazen harçlık veremeyince çantasına evde hazırladığım yiyecekleri koymak zorunda kalıyorum. Çok sıkıntı yaşıyoruz. O sıkıntılar asıl bana yansıyor. Bazen eşimle tartıştığımız zamanlar da oluyor. Erkek bir şekilde arkadaşlarının yanına gidiyor, kafasını dinliyor ama hep evin içinde olan benim, sıkıntıyı da ben yaşıyorum. Çocuklara ne yapacağım akşam, okul için sabah ne koyacağım çantalarına... Bunları düşünen benim. O yüzden tabi ki bana yansıyor” diye hemen başlıyor anlatmaya.


EVDEKİ MESAİ BİTMEK BİLMİYOR
“Ev hanımıyım ama asıl mesaiyi ben yapıyorum” diye anlatıyor evdeki yaşamını. Evdeki mesaisi 6.00’da başlıyor, “Sabah 6’ta kalkıyorum. Eşim ve kaynım işe gidiyor, onların kahvaltısını hazırlıyorum. 7.00’de küçük kızımı okula bırakıyorum. Ben dönene kadar onlar işe gidiyor. Sonra oğlanın kahvaltısını veriyorum. Ev işleri, temizlik, yemek derken öğlen oluyor. Gidip bu sefer de kızı okuldan alıyorum. Yemeği bir şekilde erkenden yapıyorum ki çocuklar geldiğinde rahat olsun. Gün boyu oradan oraya koşturmak zorundasın, o kadar işi yapmak zorundasın. Bütün yükümlülük bende, zor oluyor tabii” diye anlatıyor.
Evin koşullarını düşününce zaten zor bir hayat var ama ücretler de aksayınca her şey daha da zorlaşmış, “9 kişi 3 artı bir evde kalıyoruz. Zor olmaz mı? Çocuklar bir taraftan büyükler bir taraftan zor tabii” diyor. Küçük çocuk yokken çalışıyormuş Fatma, yine işe girmeyi düşünmüş ama çocuklara kim bakacak? Kayınvalidesi 72 yaşında, eltisi yüzde 73 oranında zihinsel engelli. İkisi de çocuklara bakamıyor, onların da bakıma ihtiyacı var.

‘ÖNÜMÜZ KIŞ, ÇOCUĞA BOT ALAMADIK’
Geçim derdini de şöyle anlatıyor: “Çarşıya pazara gitmiyorum. Para olmayınca nasıl gideceksin? Para olduğu zaman markete gidiyoruz. Ne kadar alabiliyorsak onu alıyoruz işte. Ama 3 aydır maaş alınmadığı için daha da sıkıntı yaşıyoruz. Çocuklara harçlık vermek zorundasın, ihtiyaçları var. Çocuklara bot dahi alamadık. Bu çocuk spor ayakkabıyla okula gidiyor (Yasemin’i gösteriyor). Neden? Para yok. Bak kış geldi, karı var bunun. Bakalım, ne yapacağız!”

‘BORÇ BULUP ÇOCUKLARA HARÇLIK VERİYORUZ’
Çocuklara harçlık vermek de her gün evde gündem oluyor, “Büyük kızım tam gün okulda olduğu için günlük 10 lira ona veriyoruz, 5 lira da küçük kızıma. Bazen amcası arkadaşlarından para buluyor, bazen eşim borç alıyor. Hiç harçlık veremediğimiz de oluyor. Büyük kızımın harçlığı olmadığı için okula dahi gidemediği oluyor. Denkleştirmeye çalışıyoruz işte, böyle geçiniyoruz. Biz zaten eşimin düzenli para aldığını görmedik ki. Bir tek kaynım alıyor, o da asgari ücretle geçinen bir insan” diyor Fatma.

'BELEDİYE BAŞKANINA SESLENİYORUM: SEN DE BİR KADINSIN...'
Fatma, Avcılar Belediye Başkanı Handan Toprak’a da şöyle sesleniyor,

“Belediye Başkanından tek bir isteğimiz var; maaşları düzenli yatırsınlar, kimse bu kadar sıkıntı çekmesin, çocuklarımız harçlığı olsun. Biz bir şekilde idare edebiliyoruz ama çocuklar edemiyor. Sen bir belediye başkanısın, bir kadınsın, elini vicdanına koy, bir düşün. Bu kadar insanın da günahını vebalini alma. İnsanca yaşamak istiyoruz biz, derdimiz o.”

‘BU ÇOCUKLAR YOKSULLUKLA BÜYÜYOR’
Asgari ücrete yapılan zammı da konuşuyoruz, “Asgari ücretin en az 2 bin lira olması gerekiyor. Çünkü bir insanın çocuğu varsa, kira ödüyorsa, elektriği, suyu varsa 1600 lira ile nasıl geçinecek? 350 lira kira ödüyorum, 200 liraya yakın elektrik, su faturası ödüyorum. Başbakan her ağzını açtığında 3 çocuk, 5 çocuk yapın diyor. Bu çocuklar nasıl büyüyor? Yoksullukla büyüyorlar. Asgari ücreti artır ki insanlar çocuk yapsın, çocuklarına bakabilsin. Bırakın 3 çocuğu 2 çocuk büyütemiyor insan bu ülkede. Eğitim desen sıfır, geçim sıkıntıları yüzünden insanlar artık eşlerine şiddet uygulamaya başladı. Çocuklar da buna maruz kalıyor. Sen diyorsun 5 çocuk yap. Ne yiyecek bu insanlar?”

‘BOTUM YOK, ÇOK ÜŞÜYORUM’
Yeşim’le Yasemin de katılıyor sohbete. Yeşim geçim sıkıntısının kendisine yansıyan kısmını anlatıyor, “Okulum uzakta, 3 kilometre yol var. Oraya her gün yürüyerek gidip geliyorum kışın da dahil. Çünkü minibüse binmek için de yarım saat yol yürümem gerekiyor. Okulda ihtiyaçlar oluyor. Ben kitap okumayı seviyorum ama babamın tanıdıkları olmasa test kitapları bile alamayacaktım. Şu an maaşlarını düzenli vermiyorlar, bu yüzden harçlıklarımız da düzenli olmuyor. Harçlık olmadığı için okula gidemediğim zamanlar oluyor. Biz de etkileniyoruz babanım maaş alamamasından tabi, aile içinde tartışma oluyor, kıyafet alamıyoruz, soğukta gidip geliyoruz, hasta oluyoruz. Hastaneye gitmek için de para gerekiyor...”
Yasemin da katılıyor ablasının anlattıklarına, “Aynı sebepten botum yok benim de. Hastalanıyoruz. Çok üşüyorum ben. Ama en önemlisi bence eğitim bizim için. Çünkü eğitim olmazsa işte böyle durumlara düşülüyor.”

‘BİZİM GİBİ OLMASINLAR’
Fatma giriyor tekrar söze, “Ben onlara diyorum ki, ‘Kızım bu ülkede okuyacaksın ki hayatını kurtarasın. Yapacak başka bir şey yok. Bizim gibi böyle sürünmeyeceksiniz, okuyacaksınız, paranızı kendiniz kazanacaksınız.’ Bizim gibi böyle parasız ömür geçirmesinler, bizim gibi olmasınlar. Ben zaten yaşamadım bu zamana kadar, bu saatten sonra da fark etmiyor. Bizim şu anda işimiz gücümüz çocuklarımız. Onların kendi hayatlarını kurmaları. Benim hiçbir sosyal hayatım yok. Sürekli evdeyim, bebekle uğraşıyorum. Gerçi önce de aynıydık ya. Küçük çocuğum yokken de çalışıyordum. Fazla bir sosyalleşme yaşamadık biz. Ama çocuklarım sinemayı çok sever, şimdi ona bile gönderemiyoruz.” Fatma en son 4 yıl önce gitmiş sinemaya; eşi ve çocuklarıyla Recep İvedik’e gitmişler. Tiyatroya ise hiç gitmemiş.


‘İŞÇİLER HAKKINI ARAMAZSA HEP PATRONLAR KAZANIR’
Ali taşeron işçi, dolayısıyla taşerona kadro yasasına da geliyor sohbet. Fatma yasadan hiç memnun değil, “Taşeronu kadroya alıyorlar ama tüm haklarından feragat etmelerini istiyorlar. Bu doğru değil. Bugüne kadar verilen emeğe konmak istiyorlar. Bir de sınav var, diyelim sınavı geçmedi. O zaman ne olacak, bütün emekler gidecek. Ben hiç memnun kalmadım açıkçası. Eşimin kadrolu olmasını istiyorum ama onca emeğinin, haklarının gitmesini de istemiyorum.” Fatma’ya nasıl bir yasa istediğini soruyoruz, “Bütün taşeron işçilerin tüm haklarının verilmesini isterdim. KHK değil de normal bir yasa isterdim. Biz bunu bekliyorduk açıkçası” oluyor yanıtı. Sendikalara da, diğer işçilere de söyleyecekleri var Fatma’nın: “Kızıyorum bazen; neden işçiler çıkmıyor dışarı, niye haklarını aramıyorlar! Haklarınızı aramazsanız orada ezilen hep siz olursunuz. Patronlar, hükümet kazanır hep.”

‘YANIMDA ÇOCUKLARIMLA BİZ DE DİRENİŞ ÇADIRINDAYDIK’
Ali Polat geçtiğimiz yıl Belediye İş Sendikasına üye olduğu için yüzü aşkın işçiyle birlikte işten atılmış ve hep birlikte direnişe çıkmışlardı. O zamandan tanışıyorduk biz de aslında kendisiyle ve ailesiyle. Şimdi 2 yaşında olan Yağmur Doğa o zaman bebekti. Fatma, kucağında bebeği, yanında diğer çocuklarıyla direniş çadırındaydı. Direniş günlerini şöyle anlatıyor Fatma, “Eşim sendikaya üye olduğu için işten çıkarıldığında biz hep destek olduk. ‘Eşim beni işten çıkartılar, biz çadır kuracağız’ dediğinde ‘Tamam siz gidin biz de geliyoruz’ dedik. 6 ay boyunca biz de oradaydık. Çocuklarımla beraber yürüyüş yaptık, belediyenin önüne gittik. O zamana kadar 1 Mayıs’ları televizyondan görüyorduk, biz de artık 1 Mayıs’a gidiyoruz. Herkes hakkını arasın. Herkes çıksın sokağa. 1 milyon işçi mi var, çıksın herkes sokağa. Ben neden çocuklarımın emeğini yedireyim, neden başkaları yesin benim çocuklarımın hakkını! İşverenler işçinin hakkını düşünmüyor. Onlar zengin insanlar ama işçinin hakkını vermiyorlar. İşte biz de böyle yoksulluk içerisinde yaşıyoruz.”
Yeşim’le Yasemin de anlatıyorlar direniş günlerini. “Babamın işten atılmasının bizim için iyi bir yönü de oldu aslında” diyor Yeşim, “Mesela 1 Mayıs’a gittik ilk kez. 1 Mayıs’ı sadece televizyonlardan görüyordum, insanların dayanışma içinde olması fikriyle ilgili hiç bilgim yoktu. Ne olduğunu gidince anladım. Şimdi hukuk okumak istiyorum, sonra da işçi avukatı olmayı düşünüyorum. Hedef belirlememe yardımcı oldu.” Yasemin de babası işten atıldığında neler hissettiğini anlatıyor, “Babamın işten çıkarıldığı gün ben okuldaydım. Öğretmen ‘Anneniz babanız ne iş yapıyor’ diye sormuştu, ‘Annem ev hanımı, babam belediyede çalışıyor’ dedim. Eve gelince baktım babam üzgün, ‘Kızım beni işten çıkardılar’ dedi. Ben de okula gidince babamı anlattım. Sonra da direnişe gittik, ablamın dediği gibi.”

‘EN ŞANSLI OLDUĞUM ŞEY EVLİLİĞİM’
Ali Polat eşinin kendisine çok destek olduğunu söylüyor; “Bu konu bir pek çok arkadaşım sıkıntı yaşıyor. Eşi ‘Ne işin var çadırda, git başka bir iş yap’ diyen çok arkadaşımız oldu. Ama ben o konuda şanslıyım. Belki de hayatta en şanslı olduğum şey evliliğim.”

'SENDİKALAŞTIĞIMIZ İÇİN BİZİ CEZALANDIRIYORLAR' 
Ali Polat Belediyede işe başladığı günden beri sıkıntılarının sürdüğünü anlatıyor, “2 yıldır belediyede taşeron olarak çalışıyorum. Direnişe başladıktan sonra hayatın her anında direnişte olduğumuzu fark ettim. Sendikalaştığımız için işten atıldık, 7 ay çadırda kaldık. O zamandan beri bu eziyeti yaşıyoruz. Direniş sonucu Fen işlerine almak zorunda kaldı belediye bizi. Ama burada da bir yıldır maaşlar düzensiz, 2-3 ayda bir maaş ödeniyor. Şu an 3 aydır maaş alamıyoruz. Bizi bir nevi cezalandırdıklarını düşünüyorum. Dilenci gibi 2-3 günde bir eşten dosttan para istemek zorunda kalıyoruz. Kira bekliyor, bakkala borç var. Borçların birazını ödüyorum gerisi yine kalıyor, hayatımızı böyle idame ettirmeye çalışıyoruz.”


‘BİZ BU YASAYI İSTEMİYORDUK’
Ali de taşeron yayasının beklentilerini karşılamadığını söylüyor, “Bakan ‘taşeron işçi artık kadrolu oluyor’ dedi ama bu yanıltma. Bakan ‘450 bin işçi tam kadroya geçecek’ dedi ama 1 milyonu aşkın taşeron işçi var. Biz daha insanca yaşayabileceğimiz haklara sahip olmak istiyoruz, iş güvencesi istiyoruz. Ama şimdiki yasa sendikacılarla konuşulup çıkarılan bir yasa değil. İçeriğini bakanın bile açıklamakta zorluk çektiği, hatta bence içeriğinin farkında bile olmadığını bir yasa. Ben böyle gözlemliyorum bir işçi olarak.”

Ali, işten atıldığı dönemde açtığı işe iade davasını kazandığı ve tazminat hak ettiği halde kadroya başvurabilmek için feragatname imzalamak zorunda kalmış. “Açtığımız davaları bir bir kazanmaya başladık. Sadece Avcılar Belediyesinin işçilere ödemesi gereken 15-20 milyon lira tazminat var. Diğer belediyelerde de durum aynı. Hükümet de bunu biliyor, bence bu paraları ödememek için bu yasayı kullanıyor” diye değerlendiriyor yasayı.

‘İÇİMDE PATRONLARA BİR SİTEM VAR’
Ali, “İçimde patronlara bir sitem var” diyor: “Milyonları var, hesaplarını bile bilmiyorlar. Ne kadar servete sahip olduğunu bilmeyen insanlar var. Bunlar ülke nüfusunun ancak yüzde 1’ini oluşturuyor ama koca bir ülkeye hükmediyor. Bizim onların servetinde gözümüz yok. Bizim istediğimiz insanca yaşam. O servetleri zaten bu işçinin, emekçinin üretimiyle o seviyeye gelmiş. Ben buna şaşırıyorum. Bu kadar zulüm niye? Gariban emekçi de 3 metre kefenle gidecek toprağın altına, sen de o servetle 3 metre kefenle gideceksin. En azından helallik al da git.”

‘BELKİ O ZAMAN HATIRLARIZ İNSAN OLDUĞUMUZU’
İşçi arkadaşlarına da sesleniyor Ali: “Alevi, Sünni, Kürt, Türk ayrımı yapmayalım. Yıllardır A partisi, B partisi derken siyasiler sürekli bizi ayrıştırıyor. Biz sadece emekte, alın terinde birleştiğimizde sonuç alabiliriz, insanca yaşama standardını yakalayabiliriz. Bize öyle bir hayat layık görmüşler ki, ister istemez hep sermaye sitem ediyorum. Hayatımıza baktığımda bize bir çerçeve çizilmiş, sadece mecburi ihtiyaçlarını karşılayıp yaşayıp gideceksin. Sosyal yaşam yok, etkinlik yok, şunu da yapayım diyebileceğin bir imkan yok. Öyle bir kısıtlamışlar ki o çerçeveden çıkamıyorsun. Birleşmediğimiz sürece kısıtlı imkanlarla hayatlarımızı idame ettirmek zorunda kalıyoruz. Belki uzak ama umarım birleşiriz. Tek yumruk olursak o zaman insan olduğumuzu hatırlarız. Dünyanın en değerli varlığı insan, ama bize o insani yaşam sunulmuyor.”


İlgili haberler
Kadınlar soruyor: Asgari ücretle geçinmek ne mümkü...

Çalışma saatleri uzun, koşullar ağır, her gün her şeye zam; bir de üstüne yetmeyen ücret. Asgari ücr...

Yasa dediler KHK çıktı, kadro dediler KUŞ çıktı!

‘Taşerona yasa çıkaracağız’ dediler KHK çıkardılar. ‘Kimse dışarıda kalmayacak’ dediler çoğunluğu ka...

Sigortalı çalışmak güvence, sendikalı çalışmak X l...

Özlem Akdağ, taşeron işçi. Geçen yıl sendikalaştıkları için işten atılan Özlem işe geri sendikalı ol...