GÜNÜN FİLMİ: İki Gün Bir Gece
İşinden olma korkusuyla kapı kapı dolaşan bir işçi kadının ve her bir işçi ailesinin zorluklarla dolu hikayesine bizleri tanık eden bir film...

Bir başkasının uyandırmalarına “uyanmak”. Ne anlaşılmaz bir ifade gibi geliyor öyle değil mi? Oysa, patronu tarafından performansı yeterli bulunmayarak iş arkadaşlarıyla bir yarışa sürüklenen ve hatta zam alamamalarının sorumluluğu yüklenen bir kadının, işini yeniden kazanma mücadelesi tam da bir “uyanış” aslında. Patronun onca alicengiz oyunuyla kârını koruma telaşına karşı iki gün bir gece süren bir mücadelenin hikayesi...

Toplumsal sorunlara ayna tutmasıyla bilinen, işçi sınıfının adeta medar-ı iftiharı yönetmen kardeşler Luc Dardenne ve Jean-Pierre Dardenne’nin filmi İki Gün Bir Gece’den (Deux Jours, Une Nuit) bahsediyorum. İşsizliği konu alan bu film aynı zamanda; patronların ucuz emek gücü olarak gördüğü kadın işçiler, kayıt dışı ve yine ucuza çalıştırılan göçmen işçiler, geçim derdi yüzünden ikramiyeyle iş arkadaşı arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılan diğer işçileri mercek altına alarak toplumsal-gerçekçi tarafı güçlü filmler arasına girmeye de aday.

AYAĞA KALK VE YÜRÜ
Banka kredisiyle ev alan iki çocuklu işçi bir kadın olan Sandra (Marion Cotillard), psikolojik sorunları nedeniyle işinden bir süre izin alınca, işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Çünkü onun yokluğunda patron, bir kişiyi işten çıkarsa dahi işlerin yürüdüğünü fark edince geriye kalan 16 işçi arasında bir oylama yaparak, Sandra’ya karşı işçileri kışkırtır. İşçileri, 1000’er avro ikramiye ile Sandra’nın yeniden işe dönmesi arasında bir tercih yapmaya zorlar. Film de tam olarak burada başlar... Depresyonda olduğu için, belki de bir kaçış olarak, sürekli uyumayı tercih eden Sandra yataktan kalkar. İş arkadaşı Juliette ile yaptığı telefon görüşmesine göre, onu işinden eden oylamanın pazartesi günü yeniden yapılacağını öğrenir. İşini yeniden kazanması için 16 işçiyle tek tek görüşmesi ve onları ikramiyeden vazgeçirmesi gerekir. Ve önünde yalnızca iki gün ve bir gecesi vardır... Bir yanda kredi borcu ve evin geçimi yüzünden işsiz kalma korkusu, öte yanda iş arkadaşlarını ikramiyeden vazgeçirmek için yapmak zorunda olduğu görüşmelerin zorluğu... Sandra, tüm bu gerçekler karşısında uyumayı tercih etse de, eşi Manu ve arkadaşlarının desteğiyle ayağa kalkar ve başlar yürümeye...

İŞÇİ SINIFININ İHTİYACI
Kapı kapı dolaştığı bu iki gün boyunca sadece Sandra’nın yaşamına değil, her bir işçi ailesinin zorluklarla dolu hikayesine de tanık oluruz. Kimi çocuğunun okul taksidinden, kimi kira derdinden, kimi ise ek işlerde çalışmasına rağmen geçinememekten dem vurur. Eşinden boşanmış genç bir kadın işçi, yeni bir yaşama adım atmıştır ve o ikramiyeye ihtiyacı vardır. Göçmen olduğu için düşük ücretle ek işlerde çalışan bir başka işçi ise çocuklarına bakabilme derdindedir. Hepsinin kendilerince geçerli sebepleri vardır. Tek bir gerçek var ki o da bu ikramiyenin onlar için bir lüks olmadığı...

İki gün boyunca süren her bir görüşme, Sandra için giderek zorlaşan bir sınava dönüşür. Kimi zaman tökezleyerek umutsuzluğa kapılır, ilaç alarak uyumaya çalışır, sonunda intiharı bile dener; ancak her seferinde Manu’nun sonsuz desteğiyle karşılaşır. Ve yeniden yürümeye başlar.

Eşinin ısrarı kimi zaman izleyiciye “rahat bırak kadını” dedirtecek boyuta varsa da, yönetmen Jean-Pierre Dardenne’nin bir demecindeki şu ifade yüreklere su serpen cinsten: “Manu, Sandra’yı bir haftasonu iş arkadaşlarıyla buluşması ve oylarını geri almaya ikna ederek işini geri almaya çalışması konusunda cesaretlendiriyor. Yücelttiğimiz düşünülmesin. Manu, Sandra’nın yaşam koçu gibi aslında. Ancak zavallı bir kızın bazı acımasızlar karşısındaki savaşı değil bu. Bir dayanışma çağrısı.”

Sandra’nın bu dayanışma çağrısı aslında onun nezdinde günümüz işçi sınıfının halini tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Her bir işçinin 1000 avroya ne kadar ihtiyacı olduğunu anlatırken bile, Sandra’nın işini yeniden kazanma mücadelesinin aslında diğer işçiler için de olduğunu ve sırf bu yüzden Sandra’nın aynı zamanda bir örgütlenme çağrısı yaptığını da fark ediyoruz. İşte bu yüzden Marion Cotillard’ın harika performansıyla birlikte, yönetmenlerin işçi sınıfına dair bu gözlemlerinin ustalıkla işlenmesi, bir kez daha izlenir kılıyor filmi...

SİSTEMİN BİR PARÇASI OLMAYI REDDETMEK
Sandra’ya patronun sözleşmesiz bir işçiyi işten atması koşuluyla kendisini işe alabileceğini söylediği sahne, filmin belki de en kilit sahnesi. Sandra bu teklifi kabul etmez. Nedenini sadece bu göçmen işçinin kendisinden yana oy kullanması olarak yorumlamak haksızlık olur. Sandra, burjuvazinin çalışanlar arasında vahşi rekabeti kışkırttığı sisteme eklemlenmeyi reddeden bir işçi kimliğinde ve teklifi de bu yüzden kabul etmediği çok açık. Yönetmenler Luc Dardenne ve Jean-Pierre Dardenne’in bu gerçekçi dünyasına tam anlamıyla uyum sağlayan Marion Cotillard, bir röportajında şöyle diyor: “Sandra depresyona giriyor. Hatta bir sahnede, ‘Ben bir hiçim’ diyor. Bu işe yaramazlık hissini içinde taşıyor, bunu işsizlik çeken herkes yaşamıştır. Filmi çekmeden birkaç ay önce işsizlik sebebiyle meydana gelen birçok intihar vakası okumuş ve şok geçirmiştim. İşe yaramazlık hissini durdurmak için kendi hayatından vazgeçme durumu korkunç boyutlarda. İşte bu yüzden Sandra da iş arkadaşlarının yaşadıkları zorlukları anlayabiliyor.”

KÜNYE
İki Gün, Bir Gece (Deux jours, une nuit)
Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Senaryo: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Oyuncular: Marion Cotillard, Fabrizio Rongione, Catherine Salée
Yapım: 2014 / Belçika,Fransa,İtalya / Süre: 95 dk.



İlgili haberler
GÜNÜN FİLMİ: Norma Rae

Gerçek bir olaydan uyarlanan film, küçük bir kasabadaki bir tekstil fabrikasında işçi olan Norma Rae...

GÜNÜN FİLMİ: Colonia Dignidad - Geriye dönüş yok

Alman bir gazeteci gencin ve onu arayan hostes sevgilisinin hikâyesi değil sadece izlediğimiz. Colon...

GÜNÜN FİLMİ: Zerre

Zeynep, küçük kızı ve annesiyle büyük şehirde kendi ayakları üzerinde kalmaya çalışan bir kadındır....